17 Ekim 2011 Pazartesi

Seni Düşünmek..

Seni düşünmek…
Ömrü hayattan sadeleştirip sana bölünmek gibi
Zamanı ikiye sıkıştırmak;yalnızca sana ölmek ve tamamen sana doğmak..
Son nefes olduğunu bile bile;ismine solumak..
Ateşe cızz diyen bir anne olmak ve o annenin ateşe dokunan çocuğu olmak..
Cızz olmak seni düşünmek biraz da ve parmağı hep yanıktan su toplamış bir çocuk olmak..
Seni düşünmek; esaretten kurtulabilecek tek bir yolu varken insanın, o yolu yokluğunun işgaline bırakmak..
İşgale mahkum bir ömürde sana aşık olmak..
Ve seni bilmeden yalnızca seni düşünmek..

23 Haziran 2011 Perşembe

Mülteci Bir Kader...

Şimdi dokunsalar; sele kapılır yüreğimin başkentleri
Ve ben çok sonra anladım benim bile gidebileceğini…

Bu gece ilk defa saklıyorum gözlerimi senden
Son satırlarım ıslak olmasın istedim
Geldi çattı işte kapıma; elinde bir tutam geçmişle
Kim olduğunu bilsem de, o sessizce fısıldıyor kapıdan
Ben geldim; Veda…
Bir veda ki bu;
Artık sadece bir kolumla sarılabileceğim hayata
Sadece bir kolun sarabileceği kadar sıkılıkta
Bir elim ise gerçeğin bucaksızlığında umut toplayacak
O avucuma sığdırabildiğim kadar umut topluyorum bu gece
Ve ansızın gözlerim takılır toparlanmış eşyalara
Yere dökülmesin diye, toz kaplı masama bırakıyorum topladığım umutları
Bir zamanlar üzerinde umudu yazdığım masa…
Söylesene Seferi! Nerelisin sen?
Doğduğun doğuya uzak diyarlardaki yabancı mı
Yoksa her memlekette hep doğulu mu
Belki de kendinden öte, kaderinin mülteci olduğu bir Seferi…
Ruhunun mülteci, kalbinin mülteci hatta şimdi
Gözyaşlarının tadı bile mülteci olan bir Seferi…
Geriye ne kaldı ki bu geceden başka
Yarın günbatımının başka bir dilde söylendiği şehrimin
Kavurucu güneşi bile ısıtamayacak ruhumu
Bu soğuk gecendeki gibi burnum akacak
Yaşanmışlar bir düğüm ya şimdi boğazımda
Yarın yutkunmak çok zor olacak…




5 Haziran 2011 Pazar

Saklambaç...

Saklambaç oynarken başlamıştı ilk kaygılarım
Yüzümde en ucra yere saklanmanın hınzır tebessümü doğarken
“ya beni bulamazsa” korkusu huzursuz ederdi saklanmışlığımı…
Küçüktüm…

Korkularım vardı; sevinçlerim gibi amaçsız,saf…
Hangi felaket daha büyük olabilirdi ki hep saklı kalma ihtimalinin yanında
Çocuktum…
Gözlerine saklandığım yerde beni unuttuğun güne kadar…

Biriyle göz göze geldiğin her defa; bir ak daha düşüyordu çocukluğuma
Duymadığın her haykırışım kimsesiz bir ıslığa dönüşürken
Bükülen dudaklarımı bir kez daha titretiyordun
Susuzluğumu giderdiğim tuz yaşlarımdan kaldı bu çatlaklar…

Aynaya her baktığında yüzümde o hınzır tebessüm belirirdi
Beni düşündüğün gecelere, uyumak gibi ihanetlerin olurdu sonra
Yükseklik korkularım o gecelerdeki derin uykularından miras…

Bensiz yaşayışlarının çetelesini;
Salya sümüğüme bulanmış gözyaşlarımı sildiğim kazağımın sertleşmiş kolunda tuttum
Oysa bugün hala Seferi’nin pusulasındaki “kuzey”sin
Ve pusulam hep kuzeyi gösteriyor…

Bak gözlerine şimdi;
Utanmadan saklambaç oynayan yaşlı adama bak
Utanmadan gözlerini kapatıp 1’den “Sana” kadar sayışına bak
Unutmuş saklmabaç oyununu;yokluğunun huysuzluğuna bunamış çocuk
Baksana ne diyor;
“önüm, arkam, sağım, solum:” SEN…




16 Mayıs 2011 Pazartesi

Bir Yanım...

İklimlerden yağmurları sevdim en çok
Gök soyunup, ıslak poyrazların ezgileriyle doğarken denizler
Ve zaman zaman beyazlara bürünürken karaların
En çok papatyalardan yaptığım taçlar yakışıyordu sana
Hangim olduğunu bilemesem de bazen
Bir yanım hep sen kaldı…
(Lizbon/Portekiz…)

Alnımdaki çizgilerden yollar çizdim önce
Sonra o yollarda yürümek için sebepler doldurdum heybeme
Elimi her daldırdığımda heybeme; zaman bir sebebimi eskitmiş oluyordu
Gözlerimin renginde bir sebeptin sen
Hangim olduğunu bilmesem de bazen
Bir yanım hep sen kaldı…
(Barselona/İspanya…)

Yüzleşmek zor geliyor şimdi çocuk olmadığım gerçeğine
Sonra bir ezgi yayılır saçlarıma düşen aklardan
Her telinde bir nağme… biraz beyaz biraz da gözlerinin karası
Hangim olduğunu bilmesem de bazen
Bir yanım hep sen kaldı…
(Lizbon/Portekiz- Ankara’dan Diyarbakır’a giderken…)


Baharın gelişini pastamın üstüne eklenen yeni bir mum haber veriyor
İrkiliyorum üflerken mumlara; “iyi ki gidiyorsun” alkışlarının sesinden
Giden yanıma ağlarken mum islerinde; kalan zamana gülüşün oluyor tuttuğum dilek
Hangim olduğunu bilmesem de bazen
Bir yanım hep sen kaldı…
(Ankara’dan Diyarbakır’a giderken…)

Doğum lekesi bir kez olur sanırdım bedende; sağ baldırımdaki gibi
Çok sonra farkettim kalp atışlarımdaki sillüetini
Ya bir cemre misali ruhuma düşen gamze?
Sahi ilk cemre düştüğü zamandı gelişin değil mi?
Hangim olduğunu bilmesem de bazen
Bir yanım hep sen kaldı…

Bir yirmi sekiz yıl daha yürür mü Seferi bilinmez
Yolun neresinde olduğu muamma
Hangim olduğunu bilmiyordum ya bazen
Yeşillerini giymiş Mezopotamya’mın dizlerinde sallanıyorum şimdi
En sevdiğim serinliğiyle saçlarımı okşuyor
Ve Mardin fısıldıyor o masalı kulaklarıma;
Bir yanın uyanık bir yanın rüyada
Kürtçe düşünür bir yanın Türkçe anlatır öteki
Bir yanın yirmi sekiz, diğeri bastonuyla ayakta duran ak sakallı bir çocuk
Sabah ezanında ağlarken bir yanın, sarhoş bir kahkahada öteki…
Şimdi biliyorum hangim olduğunu
Aslında her yanım sen
Bir yanım hep muhalif sensizliğe…
(Mardin…)









27 Nisan 2011 Çarşamba

Bise..

Bise..
Dest mi nedi îşev, birînê min wek çemê Ferat’ê diheriki li ser dilê min..
Hêdi bavêmin hêdi..ez ji welatê bêkesbunê têm; ew welatê eşqa dila ketil dikin..
Na dayikamin na; mi zimanê xwe zudê jêkirîyı; ev dengê tê ne dengê miyi, dengê dilêminî qali..
Ha dayê, tê bîra te wexta li bêrîyê gûndê qalê min te şir didot ;carna li hevşê şêx û carna li hinda rez.. kefek nanê tissî û pelekî şêlmokê di destê mıdê, mi xwe dida benda ew kefa bi ser şîrê satila te diket..
Dengê te dikevi gühêmi tü dibê ji “vî lawkî ji bohna çi wer direj kir?”

Ew kefa bi ser şîrê te diket çixwaz xweşbu ne wer dayê?
Ha dayê! Û carna jî wexta te ew mîha gühanê wê tije şîr dikra bido ta û ji nav lepê şivên direvya, a wê demê çixwasî xwelqê te teng dibu tê bîra te ne wer?
Ha dayê! de îja wer em qala berxa wê mîha şivên jı nav lepê te filitandibu bikin..
Ew berxa bi çar çava li benda ca xwe û benda wextê bêrîyê.. ew berxa nûh çêbi bu; ji şîrê ca xwe pêv nikarî bu tiştek büxara..sofa wê berxê, li xwedayê jorbu û li ber xweda digerya jibohna şivan ca wê bifilitîni û ew jî firek şîrê ca xwe büxu..
Îja weri ez mêrsela dilê xwe ji ter bêjim dayikamin;
Ne warê bav û qalê min warê berê yi
Ne bêri ma ji miha re, û şivana gişa barkir çun welatê xerîb..
Pelê şêlmokê giş işk bu yadêee!!
Tenur giş xerabu dayê! nanê tissî li bajara bu êzing; ji bohna nanê firnê
Ne şîr ma û ne ew kefa bi ser satila te diket..
Le berx!
Ew berxa îro mezin bu..bu Beran le bele beranê kî bi tenê..
Li welatê xerîba derdikevi şevîna û nageri li çêrê..
Dilê wi dêşi dayê û berê wî li başurê rojhilati
Benda ca xweyi..

22 Nisan 2011 Cuma

Ferfecir..

Yürürüm, bedenimin çığlıklarına inat…
Ne dilim ne de aklım yeter seninle buluştuğum an; kalbimin çektiği zılgıtlardan dökülenleri..
Üstümdeki geceyi örtebilen tek aydınlıksın; ferfecirimsin..
Ben gözlerine bakarken, kaybolur ruhum ortalığında,
Yeltenmem bulmaya kendimi; yüzyıllarca kalayım ben sende
Ve sen her gecenin sonunda yine doğ üstüme
Yerle bir olsun sensiz geçen zamanlarımın şehirleri
Bir tek gözlerinden bu yüreğe akan ışıklardan doğan nehirler kalsın
Her sabah o nehirlerin sularıyla yıkansın yüzüm
Uykularımda üstümü örttüğü gibi, tüm uyanışlarım gözlerinde olsun
Ferfecirimsin; bir gece ansızın uzak bir diyarda üstüme doğan
Ve sen bana o kadar uzakken bile tebessümüm olurdu gözlerin; en hırçın anlarımda
Ah şu gözlerin…
Ne hakkın var gözlerinden üstüme yağmurlar yağdırmaya
Bilmez misin yüzün solukken ne kadar üşüdüğümü
Kimsesiz kalır yüreğim ve gözlerini her kapattığında
Yeni bir isim ararım çaresizliğime…
Bak bahar da geldi senin doğduğun yerlere
Hadi gülümse ne olur!
Kayıp olduğum şehrinde de açsın çiçekler
Baharın senden aldığı kokular saçılsın; gülüşün koksun her yerim
Hadi gülümse ne olur!
Karanlık olmasın yolları Seferi’nin
Daha çok yolu var yürüyecek, bilmez misin hala;
Ferfecirimsin…



05.04.11 – Lizbon/Portekiz..gözlerine dair bir ferfecir..

29 Mart 2011 Salı

Do Major...

Gözlerinin renginde bir sis oturmuş gözlerime,
bir zenci gırtlağındaki "do major" kadar yoğun bir açlığa gebe,
üşüdüğümü unutturan, tam şah damarımın üstünde bir gezgindin,
bastığın her yer zaten tahriplenmişti, (unutmuştuk unutulmaması gerekeni tarihimiz felçli bir bedeviydi sadece)
ve nice mayından acınası bir aşkın tortusu kalmış geriye
mülteciydim sadece bir "do major" gibi
denizaşırı sürgün...
Her sürgün gibi; aldığım nefes çoğaldıkça,

ben tenhalaşıp ölüyorum...