3 Temmuz 2009 Cuma

etme Şems...


Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme…
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme!!

(Şems ve Rûmi anısına...)

3 Mayıs 2009 Pazar

Bir Gece Yürüken


Sokağın başında durmuş elleri cebinde bekliyorken rastladım…
Belliydi bedeninin üşümediği,ruhunda vardı bir buz kütlesi
Gözlerinden esen rüzgardan anladım…
Ankara yine soğuktu bahar gelmesine rağmen
Anlamadım bu şehri, nedendir bir türlü kıştan ayrılamadığını
Anlamadım gitti…
Evime dönerken rastladım ona, birini bekliyormuş gibi durdum
Bilmiyorum neden ama belliydi, geçenler bir şey anlatmak istiyor
Ama yutkunuyordu içine doğru, zifiri ve ıslak…
Neden durdun demedim kendime,çünkü hatırlıyordum bu resmi
İstanbullu yıllarımdan bir andı ifadesi…
Yok yok, sadece bu değildi beni bekleten, bir de eskiye dair bir hatırımın başrollerindendi..
Sarıldık uzun uzun,ne ettiysem gelmedi..
Bırakmış kendini üstüne üstüne gelen hayatın derdinden…
Bir gün ansızın çıkıvermiş evden ve hiç kimse de dur dememiş
O günden beri kendini hangi şehirde bulursa, dünyası durduğu bir sokak başıymış..
Öyle de gururlu ki, bir selamını alır dostundan bir de özlediği günlerin hikayesini
Hoş, elimi cebime atsam da olmazdı ya bir şeye derman
Bir de ben yutkundum ve öylece kaldı boğazımda…
Ey dost,
Bilirim görmeyeceksin bu satırları ama hepsi sana dair
Yutkunsam ölürüm,çıkarsam kan bulanır dünyaya
Günler önce dilime dolanmıştı “bena hol” ve tebessüm olmuştu ben de
Zaza dilinde “her şey güzel olacak” anlamındaydı bu cümleler
Ayrılırken kulağına söylediğim son sözlerim belki de sana
Ama şimdi ben ne kadar inanıyorum buna muamma…
….

Tutunmak gerek tutunmak !Otobüsteki yolcular gibi değilAnnene sarılırcasına tutunmak !15 inde parayla,25 inde umutla tanışmak değil hayat aslındaOjesiz eller,masum bakışlar arasında açlığı tatmak değilBinmek gibi değil son model arabana Son ekmeğini bölüp paylaşmakTutunmak gerek tutunmakBıraktıracaklarını bile bile tutunmak hayata…

(Ankara sokaklarında bir dosta selam… 04.05.2009)

25 Ocak 2009 Pazar

Hoşçakal...


Selam olsun senle geçen zamanın her saniyesine
Ve hoşçakal senle olabilme ihtimali kaybolan yarınlarımın

Desem ki darağacında boynumdaki ipte kırılmış boynum
Ve an be an nefessiz kalıyorum
Sönmeye yüz tutmuş sokaklarımın lambalarına
Son kez bakarken bile
Dudaklarıma değmiş teninin kokusu yayılıyor
Canlı kalan son hücrelerime
Haydi sevgili
Son kez canım de bana
Ve ben hep canın olarak kalayım olmayacağım bu diyarlarda

Bir şey söyle bana
Demli bir çay kokusu ya da son bir sigara tadında
Ya da ne bileyim gözlerinin derinliği gibi bir şey olsun
Bir anlamı olsun bu gidişin
Ben, olduğun bir nostalji treninin geçtiği bir ray olsam
Ve sen her gün bin kez geçsen üstümden
Acırsa bedenim senden değil ha
Geçmediğin anlarda beni paslandıran yağmurlardandır bilesin

Sahi hiç söylememiştim sana değil mi?
Seni benzettiklerime…
Sen var olan her şeyin bir fazlasıydın bende;
On iki ayın sonunda devam eden bir sene
Ve en güzeli dört mevsimin hepsine benzeyen
Ama hepsinden daha soğuk daha sıcak daha renkli
Ve yaprak dökümleri hiç olmayan
Karların gri çiçeklerin gri güneşin gri ve hatta
Rüzgarların bile gri olduğu…
Ve griyi çok sevdiğim bir dünyada
Beşinci kuşak gri bir mevsimdin sen

Hani biliyorduk sonunu
Ama hiç gerek yoktu
Başkalarına bunu kendilerine mal ettirmemize
Ve üçüncü birilerine birbirimizi ört bas ettirerek
Sevgiyi korkunç bir sona çevirmeye
Hiç gerek yoktu…

Olmayacak öyle biri biliyorum ya
Bir gün bakarsa biri sana
Sakın izin verme benim gibi bakmasına
Çünkü kimse seni saklayamayacak göz bebeklerine
Ve hiç kimse bir ömrü bakışlarına armağan etmekle yetinmeyecek…
İsterdim ki kimse dokunmasın sana
Ama bir zamanlar kendime bile imkansız kıldığım
Sen!
Bugün bir sokak çocuğu gibi
Oradan oraya itiliyor
Ve sen yara bere içinde kalıyorken her gün
Ben biraz daha kan kaybediyorum yaralarını gördükçe…
Haydi sevgili
Seni unuttum dediğin gibi
Unut beni…


(18-02-2007-iyi kal,sağ kal,HOŞÇA KAL….)

24 Ocak 2009 Cumartesi

Sen İstanbul Kokardın...


Martıların gözlerinden dinledim

İstanbul'un boğazı yanmış dün gece

Yıldızlar şahitlik etmiş güya suçlu benmişim

Oysa CAN!

Yemin olsun yanağımdan süzülen denize

Ben bu şehre yüreğimi içirmedim

Göklerden hicran yağdı İstanbullu bir geceydi

Yere düşen her damlanın yüreğinde sen vardın...

İsmin dudaklarımda idamlık bilmeceydi

Yalansa kahrolayım sen İstanbul kokardın

Sevda dediğin gülüm

Bir busedir dudağımda

Bıçak gibi,yasak gibi,kan gibi

Utanır ölüm isterdi ölüm

Hayata rest çekip ağladığımda

Korkak gibi,tutsak gibi,yaşanmamış an gibi

Ben lâl olmuş bülbülüm

Sen deli gülsün bağımda

Toprak gibi,yaprak gibi,candan özge can gibi

Kuş uçmaz kervan geçmez dağımda

Gâh aşkı yağan kar tanesi

Gâh Leyla tüten rüzgardın

Zambak gibi,leylak gibi,sigaramda duman gibi...

Sevdiceğim,sen İstanbul kokardın

Dayadım ondörtlüyü İstanbul'un şakağına

İstediğim gül içmekti gözlerinden bir yudum

Seni sordum gündüzlerce bu şehrin her sokağına

Söylemedi inat ettim,gece seni uyudum

Ben bir sana bir bu şehre gül dedim

Ayla toprak şahittir,şahittir denizle gece

Sensizken İstanbul'da bir kez olsun gülmedim

Yıllar kapımı çaldı ellerinde vur emri

Yokluğun var sen yoktun,ölüm geldi ölmedim

Ağladım,yüreğimde sen,sende divane İstanbul

Aşkından hatıra dedim gözyaşımı silmedim

Ben bir sana bir bu şehre gül dedim

Belki de can,ben gülleri bunun için çok sevdim...

Gözlerimden dökülen yaş denizi ıslatıyor

Sevda kilim,hasret nakış gönül derdi dokuyor

Çatlayası deli yürek SEN SEN diye atıyor

Oy gece gözlüm oy!

İstanbul seni, seni kokuyor...

21 Ocak 2009 Çarşamba


Yeter gönül yeter senden çektiğim

Avuca sığmadın ele sığmadın

Ömür boyu gözlerimden döktüğüm

Yağmura sığmadın sele sığmadın

Gönül senin ile gitmek zor imiş

Seni adım adım gütmek zor imiş

Seninle yolculuk etmek zor imiş

Dağlara taşlara yola sığmadın

Sen yoldaş değil de esir aradın

Esirin de oldum kusur aradın

Emellerin için asır aradın

Mevsime sığmadın yıla sığmadın

Sen bitmedin de ben artık bittim

Sazımla beraber peşinden gittim

Onu da derdine amade ettim

Perdeye sığmadın tele sığmadın

Hizmet ettim sana hizmet herşeyle

Sonunda kocalttın Arif’i böyle

Destan mı yazmadım şiir mi söyle

Kaleme sığmadın dile sığmadın



Ozan Arif...

20 Ocak 2009 Salı

Baş Ucu Şarkılarım...


mutlu musun şimdi uzaklığımda?
her gece bir şarkı dinletisi oldun sen bende,
buralardan gideli...
şimdi en derin ezgilerin olduğu bir albümsün
adını baş ucu şarkılarım koyduğum...
ansızın içimde ki kurgularımla irkiliyorum
telefon çalıyor ve çok derinden gelen senin sesin
nasılsın diyorsun bana
oysa sadece içimde ki bir kurgu bu
ve ben cevap vermeden kapatıyorum telefonu yüzüne...
bilirsin gerçekte asla yapamam böyle bir şeyi
şimdiden alıştırıyorum kendimi geleceğin güne
hiç cevap vermemek için
...
unut beni...

11 Ocak 2009 Pazar

"Mem u Zin" misali...aşk yasaklanmıştı buralarda...



Bir parça daha hayat derlerdi âşıklar buralarda…
….
“Hiç âşık oldun mu?” dedi ihtiyar, genç adama
Genç adam heyecanla “evet” dedi…
“Utanmalısın” dedi ihtiyar…
Genç adam utanmıştı ve bir daha aşka dair tek bir kelime etmedi
Ömrünün sonuna dek…
“Demli bir çay ver” dedi kahveci çırağına genç adam
Tabakasını açtı ve sarmaya başladı aşkını tütünle karışık
“Buyur ağabey demli çayın” dedi çırak ve devam etti;
“Hayırdır ağabey dertli dertli çekiyorsun sigaranı âşık mısın yoksa?”
Döndü, kahveci çırağına acı acı baktı
Gözü doldu, kalbi sıkıştı, içi yandı ağzını doldurdu ama
Dediği tek şey; “ayıp sana aşk nedir ki?” oldu…
Kızardı çırak,
Eğdi başını tepsisini alıp devam etti çay ocağına
Akşam köy odasına gitti her genç gibi çırak da
Yaşlılar yine anlatıyorlardı eskilere dair bir hikâye
Bu kez sadece gençler değildi içten içe kavrulan dinlerken
Gençliğini arayanlar da aynı duygular içerisindeydi…
Hikâye eski adıyla Botan, bugün ki adıyla Cizre de geçiyordu..
Mem u Zin in hikâyesiydi…
Ne tuhaf “utanmalısın” diyen ihtiyar anlatıyordu bu efsaneleşmiş “aşk hikâyesini”
Demli kaçak çay ve sigara dumanı… Bir de çıtırdayarak yanan odun sobası
Etrafına yayılmış dinleyen herkes Mem di o an…
Ama kimse Zin e ulaşamamıştı…
O saatlerde damda uyumak için annesinin yanında yatan genç kız sordu annesine
“Anne babama âşık oldun mu sen?”
Annenin içinden bir şey kopar oldu, afalladı diline gelen tek şey şu oldu:
“Nerden buluyorsun bu saçmalıkları ayıp sana koca kız oldun dediğin şeye bak
Utanmalısın…”
Kız utandı...ve belki de aşkın tarifini alabileceği tek insana, annesine
Bir daha açmadı bu konuyu…
Bugün hâlâ kimse bilmez aşkın neden ayıp olduğunu oralarda
Ama hâlâ aşkla ederler yeminlerini, dualarını…
Çok sonra anladı çocuk
Yıllar sonra filmi yapılmış “Mem u Zin” i izlerken…
Aşk yasaklanmıştı buralarda
Ve duygular illegal yollardan şiddetle çıkmıştı ortaya…

(mezopotamya’ya dair…ocak 2009 Ankara)

ölüm toplasa da çiçekleri.. çiçekte tohum biter mi...?


SAAT 11 ŞİİRİ…

Bir rüya gördün,ben de rüyana bir isim verdim…
Hepsi bu..
Karlı bir Ankara sabahında başlarken güne
Camda oluşan buğuda çizdim siluetini önce
Sonra karla şekillendirdiğim bedenine sarıldım üşüme diye
Sadece üşüme diye…
Erimemeliydin ve ben donmamalıydım özlem adına
Bir anlamı kalmalıydı uzun,uzak ve sessiz mesafelerin…
Şimdi bir masal anlatırım hayalimdeki sana
Yarım kalacaklarını bile bile de olsa...
Sahi sen demiştin değil mi yarım kalan masallar gerçek olur diye ?
….
….
Şimdi içimde bir nehir geçer ve su misali hüzün akar içinden
Küçükken kağıttan gemi yapardık ve bırakırdık sulara
Kiminki daha uzağa gidecek diye…
Özlemimi bırakıyorum o akıntıya bu ara
Sana ulaşır mı bilmem ama o kadar çoğaldı ki gemilerim
Bir nefes almaya muhtaç bu yürek
Hepsinden sıcak,dolu ve anlamlı bir nefese
Çok derin bir nefes olmalı… Gözlerin misali…
Bitmedi bu şiir anlamadım ki
Başlarken de kar yağıyordu Ankara’da
Şimdi yine yağıyor.. varlığın kadar beyaz
Bana olan uzaklığın gibi soğuk…
Her akşam üstü sıkı giyiniyorum olmadığın zamanlarda en çok
Üşümesin aşkımız,donmasın ve üşütmesin yüreklerimizi diye
Ah şu mesafeler…
Sevgili,
Uzak olsan da şimdi bana
Bilmelisin…
Yaşamak adına sana dönük yönüm…
Gözlerinden öperim….

(ocak 2009…Ankara da karların başladığı birkaç gün…)